30 Eylül 2010 Perşembe

Bakalım Masaüstümde ne varmıııış :D

Blogun ismini "Kimbaptan Mimler" olarak değiştiricim, ama memnunum bu işten, seviyorum cevaplamayı. Geçenlerde bir yerlerde bu mimi görüp kıskanmıştım, Düş Bahçesi içine doğmuş gibi mimlemiş beni. Teşekkür edelim burdan öncelikle :D

Şimdi mim gayet basit ve açık, bir o kadar da eğlenceli. Herkes masaüstünü neyin süslediğini ele güne gösteriyor. Valla tam bana göre bir mim çünkü masaüstümü bazen aynı gün içinde bile bir kaç kez değiştirdiğim olur, bakınca sevdiğim bir şeyleri görmek isterim. Önemlidir yani benim için, öyle 2 kuş koyayım, balık koyayım demem. Genelde de son zamanlarda ne izlemişsem o olur masaüstümde. Şu aralar da çok sevdiğim NANA animesindeki en sevdiğim 2 karakter Nana ve Ren süslüyor masaüstümü, özellikle alttaki 2 resim, ama siz söyleyin koyulmaz mı bunlar :))




** Şimdi sıra geldi mimlenenlere, bu yazıyı okuyan tüm uzak doğucular, mim zaten basit valla bekliyorum hepinizden. Görelim bakalım sizin masaüstünüzdeki çekikleri :)

28 Eylül 2010 Salı

Hayatı Anlamlandıran Şarkılar



Mia yine zor bir mim bulmuş ve toplu katliam yapıp, acımadan herkesi mimlemiş. Ben de na
siplenmiş oldum. Konu çok güzel ama o kadar zor ki! Allah'tan bulan kişi insaflı davranmış da 3 şarkı seçin demiş, 1 tane seçmek zorunda kalsaydım halim dumandı. Eh başlayalım o zaman.

* Radiohead- Paranoid Android: Yıllardır, hatırlamadığım bir tarihten beri dinliyorum bu şarkıyı. Durgun sularda takılıp birden hareketlenmesi tekrar durulması aynı benim hayatımı andırıyor. Mesela bir dönem çok hareketli geçer benim için bu 1 yıl da olur, bir kaç aylık süreç de. Ardından mutlaka durgun bir dönem gelir.
Sadece bu açıdan değil tabi, bir şekilde genel olarak yakıştırırım bu şarkıyı hayatıma. Yürürken sıkça içimden söylemişliğim vardır. Tabi şahane sözleri ayrı bir inceleme konusudur.

*Joe Hisaishi- Howl's Moving Castle: Favori anime filmlerimden bu filmin soundtracki de artık deha olduğunu kanıtlayan, her yapıtına kurban olduğum Joe Hisaishi'ye ait. Filmin bayıldığım ana temasının sözlere ihtiyacı yok, herşeyi anlatıyor melodisi, hem hüzünlü hem neşeli geliyor bana. Aslında gerçekten hayatımın enn bi fon müziği bu aslında, sıkça beynimin içinde çalıyorum. Howl ve Sophie'yle mutlu mesut kırlarda koşup, yürüyen şatoyla dolaşıyorum :D Nedense bu melodi hep bir yerlerde hazır oluyor, sıkça mırıldanırken buluyorum kendimi.

*Queen- Bohemian Rhapsody: Ne kadar zaman geçerse geçsin, ben yıllar sonra da Freddie Mercury'nin sesine aşık olmaya devam edicem galiba. Bu şarkı da 3 ayrı şarkının birleşimidir aslında, ilk başta bir rock grubunda alışkın olmadığımız türde bir koro ile başlar. Şarkının ikinci kısmı piyano eşliğinde ballad havasındadır, şahsi favorim "Mama just killed a man" diye başlayan bu kısımdır. 3. olarak da daha hareketli şarkının o ana kadarki havasından tamamen kopuk kısım başlar, daha o yılların rock'ına yakındır.
İşte şarkıdaki bu çeşitliliği hayata benzetiyorum, asla dinlemekten sıkılmıyorum. Zaten şu sözleri de hayatı çok güzel özetliyor: "Mama I don't wanna die, i sometimes wish i'd never been born at all"

Eveeet sıradaki kurban da Bunusevdim olsun :D Umarım hoşuna gider Bu'cum :))

26 Eylül 2010 Pazar

Sabah 12-15 yaş grubuna, akşam 65 yaşında birine İngilizce öğretmeye çalışırken gazi oldum.
Dizimden aşağısı tutmuyor, tavana asıcam kendimi, amut pozisyonunda idame ettiricem bundan gayrı yaşamımı.
En yaşlı öğrenci rekorumu yine egale ettim bu arada, durmak yok yola devam:S
O değil de 2 yıl sonra yine yeni yeniden anladım ki, çok zor lan bu meslek, heykelimi dikin, sonra da yıkın diktiğiniz heykellerimi:P

Bir örtmen cehennemin dibinden bildirdi...

22 Eylül 2010 Çarşamba

Öyle Bir Geçer Zaman Ki...


Evet sözümü tuttum canlar yazabildim sonunda. Bu sezonun en sağlam gelen dizilerinden biri olacağını tahmin etmiştim, yanılmadım da. Aslında çok dram olur diye korkmuştum, o yüzden izleme konusunda tereddütlüydüm ama yine de izledim. İyi ki de öyle yapmışım.

Çok farklı bir dizi değil bir kere. Böyle sorunlu ailelerin öykülerini izledik önceden. Liseli, aklı bir karış havada kız karakterini de gördük, aldatan bir de üste çıkan babayı da, cefakar anayı da. Çemberimde Gül Oya sağolsun ailenin büyük kızı Berrin'in öyküsüne de ufaktan aşinayız. Peki nedir bu diziyi bu kadar kıymetli yapan, Kimbap olay yerinde araştırdı^^
Verebileceğim 2 sebep var, senaryo ve oyunculuk. Öykü ve kurguda bir özgünlük yok ama işin diyaloglara dökülüşü ve bunun oyuncular tarafından canlandırılışı bambaşka. O kavga sahnelerinde kendimi ailenin bir üyesi gibi hissettim, odanın bir köşesinde ben de aynı Osman gibi kulaklarımı kapamış, duymamaya çalışıyordum. Normalde pek hazzetmediğim Erkan Petekkaya nasıl bir baba rolü yapmış öyle, gerçekten kendinden nefret ettirmeyi başarmasının yanı sıra, bazen öyle hareketleri ve sözleri oluyor ki, "Aha işte 'baba' budur" dedirtiyor. Sıklıkla babamın sinirli hallerini getirdi gözümün önüne(babam bu kadar değil Allahtan^^). Tartışma esnasında kurulan cümleler, hatta tonlamaya kadar. Çok tartışma sahnesi izledik TVde ama bu kadar gerçekçi olanını görmedim. Sadece o değil, oyunculukların hepsi ayakta alkışlanası, hele küçük ayrıntılara inince tadından yenmiyor.

Bir de dizinin süresi alıştığımız yurdum dizilerine göre kısa, yani 8de başlatıp 10a 10 kala gibi bitti, bu kadar erken bitmez genelde, o yüzden de tadı damakta bırakıyor. Yalnız dün KanalD abartıp, dizi bittiği anda araya başka program dahi girmeden tekrarını verdi, tekrarlara alışkınız ama bu oha dedirtti cidden. Özet, özel bölüm falan değil, bildiğin baştan verdi. İlginç^^

Şimdi dizide özellikle sevdiğim 2 karakter var. Biri devrimci çocuk Ahmet, biri de minik bebişim Osman. Allahım o ne tatlı bir velettir yahu, Ahmet de ne cool bir devrimcidir. Berrin'in hemencecik kapılıvermesine hatta yakalanma pahasına ona yardım etmesine sonuna kadar hak veriyorum, ben de olsam yapardım lan Berrin. Oğluşum Osman senin o elma şekeriyle lamba açışına ölünür:))

Dizinin konusundan bahsetmiycem zaten ortada. Daha da ayrıntıya girmek spoiler olur. Şahane oyunculuklar, özenli bir yapım izlemek istiyorsanız, mutlaka izleyin. Zira gerçekten kalite kokan bir iş. Hele Çemberimde Gül Oya yada Hatırla Sevgili hastası olmuşsanız bir dönem, benim gibi, kaçırmayın derim.

Dizinin müziklerine de burdan bir şukela veriyorum. Bir dönem eski Hollywood filmlerinin soundtracklerine sarmış biri olarak Ennio Morricone'u, Nino Rota'yı Henry Mancini'yi çok severim. Burda da bolca Morricone çalması ayrı bir artı gözümde. Ama tabi en güzeli diziye adını veren Erkin Koray parçası.

İzleyin, izletin :D

20 Eylül 2010 Pazartesi

Cücükler Duymasın Vol.2- The Return of The Carrot





Lisedeyim o zamanlar, TGRT'de dizilerin yayınlandığı zamanlar düşünün. İşte günlerden bir gün henüz Atv'ye geçmemiş, doğal olarak popülerleşmemiş Çocuklar Duymasın'ı izliyoruz annemle tesadüfen. İkimiz de çok eğleniyoruz. Tabi zamanla her Türk dizisinin makus talihine sahip olan bu dizinin de boku çıkıyor, Haluk'un "Bababababa" diye kızmaları, Havuç'un cep telefonu istemeleri izleyiciyi bayar hale geliyor. Her ikisi de kendi çaplarında skandallara adlarını yazdıran Tamer Karadağlı ve Pınar Altuğ da diziden ayrılınca, artık nihayet sonlanıyor bu dizi. Yine de hakkını teslim etmek lazım ki bir dönem fenomen olmayı başarmış bir dizi, ah bir de tadında bırakmayı bilseydik!

Şimdiyse ne akla hizmetse hemen hemen orijinal kadrosuyla ekranlara döndü bu dizi, malumunuz. Şimdi diziyi neden izlemediğimi maddelendiriyorum. İbret olsun izleyen varsa da uzaklaşsın.

*Aynı esprilere 10 yıl gülme gibi bir yetim yok maalesef. Misal geçen bir sahneye rastladım. Meltem bir resim almış, Haluk da "Neresi sanat, çiçek böcek işte" şeklinde yaklaşırken, Meltem her zamanki bilmiş, didaktik havasıyla karşı çıkıyordu. Onun dışında tıpatıp aynı karakterler ve benzer durumlar var. Zamanında güldük ama cep telefonu isteyen yeni bir bücürün ortaya çıkması "bu kez güldürmedi".

*Meltem ve Gönül karakterleri. Herşeye katlanırım ama bunlara asla! Trt açık öğretim programı izliyor gibi hissediyorum kendimi. Her konuşmada bir mesaj verme kaygısı, öğretici olmaya kasma. Tabi asıl suç bu yapmacık ötesi, yapay diyalogları yazan Birol Güven'de! Hikaye üretmede fena olmayabilir ama yazdığı senaryolar feci şekilde bayıyor. Bir süre sonra boğulacak gibi oluyorum. Benzer bir diğer senarist için bkz: Tayfun Güneyer.

*Birol Güven'in karısı. Ay o açılış şarkısı, çiçekler, böcekler, çocuklar gibi şen al al yüzler vs. Börrkkk kusmak istiyorum. O meleksi olduğunu sanan ama benim için katlanılması güç mıymıy ses ve o şarkı "Aynı gemide yol alııııır, ayrı dümen tutarız bu evde...." Cidden bir konuda ağzımdan laf almanız gerekiyorsa işkence için bu şarkıyı dinletebilirsiniz.

*Gerçekdışı olması. İlk bakışta gerçekçi gibi. Odun baba karakteri, titiz, kültürlü anne, ergenlik sorunları yaşayan kız, yaramaz ve istekleri bitmeyen çocuk. Şu an formül biraz değişse de özünde aynı. Bu tablo dışardan bakınca gerçekçi dursa da maalesef içine girince işler değişiyor. Diyaloglar gerçekdışı, tartışmalar keza öyle.


* Yeni gelen bücür, Havuç'un küçüklüğü. Zaten bir Havuç yeteri kadar ızdırapken, bir de bunun gelmesi. Gönül'ün oğluymuş, sahi o kadının kocasını naptılar, öldü falan mı dediler acep? Neyse mevzuya dönelim. Bu çocukta da aynı bilmişlik, aynı cep telefonu hırsı. Üzgünüm ama şunu anlayın artık komik değil! Gülmeye kasarken çene kaslarımızı ağrıtmaktan başka işe yaramıyor, üzgünüm.

* Daha pek çok sebep sayabilirim ama saymıyorum artık. Şen Yuva gibi güzelim bir diziyi bitirip, bunu devam ettiren Atv'ye yada şöyle söyliyim Şen Yuva'yı izlemeyip bunu izleyen yurdum insanına da laflar hazırladım ama neyse susuyorum!

Not: Türk tivilerinden güzel bir dizi tanıtımı yakında...

14 Eylül 2010 Salı

İlk Mim/Gönderilmemiş Mektuplar...




Eveeet, wordpress blogumda sağolsun arkadaşlarım pek çok kez mimlemişlerdi, ama blogspot aleminde ilk kez mimlenmenin haklı gururunu yaşıyorum:P
Sevgili Mia'ya mim için teşekkür ederek konusundan da bahsedelim. İstediğimiz birine mektup yazmak, ben de tam 10 yıl sonra bu sayfa hala burda durmaktaysa, biri de açıp okursa diye o kişi/lere yazdım. 2023'e mektuplar projesi vardı, ona benzedi biraz çaktırmayın. Yani 14 Eylül 2010 tarihinden 14 Eylül 2020'ye yazılmış bir mektup olacak bu.

Sevgili 14 Eylül 2020 tarihinde bu sayfayı açan kişi,

Bu astronomik uzunlukta hitap kısmından sonra sadede gelelim. Çeşitli sorularım olcak, bir yandan da şu an Türkiye neye benziyor onu bir hatırlatmak lazım sana, malum 10 yıl geçmiş aradan.
* Türkiye Cumhuriyeti hala yaşıyor mu?
* Tam olarak kaç dönüm daha toprak kaybettik, kaç kurum satıldı?
*8 sene kadar oldu AKP iktidarda, 10 yıl daha sürecek mi?
*Yakın zamanda (aslında 2 gün önce) Milli Basketbol Takımımız dünya 2.si oldu, 10 yıl içinde sporun herhangi bir dalında dünya şampiyonu olmayı başardık mı?
*Bilim alanında hala hiç bir bok yapmamış mı oliciiz?
* Hala Eurovision'da 1. olmaya kasmak, dünyaya açılma adına yaptığımız tek şey mi?
*Yaprak Dökümü hala devam ediyor mu?
*10 yıl sonra 33 yaşında olucam, acaba evlenip barklandım mı, götü göbeği saldım mı, çirkinleştim mi, mutlu muyum? (Pardon ya sen nerden bileceksin)
*10 yıl sonra uzak doğudan sıkılmış olurum muhtemelen, ama belki de burda Koreli/Japon/Diğer kocamla mutlu resimlerim olur? Görebiliyor musun öyle bir şey, dikkatli bak! (Yine kişisel, olsun belki beni tanıyan biri girer:))
*Blogu kaç kişi izliyor? Blogun yazarı-yani bendeniz- herhangi bir kitap neyin çıkarmış mıyım? (pucca wanna be/ ahahaha şaka be yükseklerde gözüm yok anacım)

Çok ütopik oldu sanki, Arkadaşım sen bana en iyisi sağlıklı, mutlu olduğumu ve vatanımın çok toprak kaybetmeyip, kuruluş ideolojisinin de çok dışına çıkmadan yoluna devam ettiğini söyle yeter...

Kib, sçs, öpt, bye:D:D (Bak bu tamamen geyik, anlamazsın belki neme lazım, espri anlayışı değişmiştir.


14 Eylül 2010'dan Sevgiler
-KimbapSushi-
Edit: Bunun bir mim olduğunu unutup öyle bitirivermişim.
Mimlenenler: Astrea, Sermin ve Sadako mimlendiniz canlar:)))

12 Eylül 2010 Pazar

AKP Bir Kez Daha Toplumu Bölme Planını Başarıyla Gerçekleştirdi. Yeni Kimlik: Evetçiler ve Hayırcılar.

Koyunuz ya kendimizi gütmeye birilerini arıyoruz.
Buldunuz işte tepe tepe kullan(ıl)ın.
Adamı kendi memleketinden soğuttunuz lan, yaşamak istemiyorum bu memlekette...

Edit: Buradaki bir ifadeyi kaldırdım, bir anlık sinirle yazılmıştı. Bariz bir hakaret olduğundan zaten yazdığım anda pişman olmuştum.
Bu editi koyma nedenim de korkakça onu silip kaçmış gibi görünmeyi istememem, bir de son 1 gündür nette çeşitli ortamlarda dönen tartışmalarla ilgili bir kaç kelam etmek. Özellikle bir forumdaki atışmada okuduğumdan anladığım kadarıyla "evet"çi "hayır"cı şeklinde (tam da RTE'nin itediği gibi) kutuplaşan güruhun genel tartışma mevzularından bahsedicem.

Öncelikle üzgünüm ama yukardaki görüşlerden pişmanlık duymuyorum. "Demokrasi"nin adım adım diktatörlüğe giden bir "lider"den geleceğine inanmıyorum. Bu partinin samimiyetine inanmıyorum. Ben herhangi bir partiyi ise savunmuyorum. Politikayı genel olarak sevmem ve bugüne kadar bana gerçekten "samimi" gelen tek bir siyasi lider de hatırlamıyorum. Bu yüzden tüm "hayır"cıların CHPci gibi görünmesinden de rahatsızım.
Kendimi tanımlamam gerekirse ülkesini seven, laik ve kemalist biri olduğumu söyleyebilirim. Ama doğru artık bu memlekette Atatürkçü olduğunu belirtmek bile suçtu değil mi, unutmuşum pardon. Put mu geçti aklınızdan, evet Atatürk'e put gibi de taparım.
Her şeyi kendi kontrolü altına almak isteyen, halka yeni haklar tanıyoruz mavraları atıp tek hakkı kendi safındakilere tanıyan, her kurumu yönlendirmek isteyen son anayasa değişimiyle de bu yolda büyük bir adım daha atan bir partiyi sırf türbanlı haklarını savunuyor diye tutanlar için daha iyi bir alternatif yok ne yazık ki.
Ama bu anayasa değişimine "Hayır" demenin, türbanlıları aşağılamak veya CHPli olmakla eşdeğer olduğunun nereden çıkarıldığını da merak ediyorum açıkçası.
Kafamıza göre kategorize etmeye devam edersek, götümüzden element uydurursak^^ ötekileştirmeye de devam ederiz o zaman, üzgünüm.
Bu anayasa değişimine hayır dememin sebebi yada AKP'ye karşı olmamın sebebi kesinlikle türbanlılar değildir. Türbanlılara karşı değilim ama kapanma olayına fikren karşıyım bunu da belirteyim. Ancak bu etrafımda kapalıların olmasını engellemez. Bunu aynı farklı takım tutan biriyle arkadaş olmak yada bir komünistle bir ülkücünün(!) arkadaşlığı gibi görürüm.
Bu partiye karşı çıkmamın en önemli sebebi eline geçen herşeyi satması ve her şeyi kendi tekeline alma konusundaki bitmek bilmez hırsıdır. Bir şekilde benim bir kaç hakkımı savunuyor diye de vatanımı karış karış satmasını hoş göremem bazıları gibi. Allah aşkına türbandan bahsediyoruz, okuluna daha rahat girmek mi daha önemlidir, vatanının kan dökülerek kazanılmış topraklarının satılması mı?
Hiç kimse de çıkıp bir şeyleri ajite etmesin, çok acı çektik demesin. Zamanında kanlarıyla bu toprakları savunanların kemiklerinin sızladığının çeyreği kadar bile acı çekmediniz, üzgünüm.

12 Dev Adam Bu Kez Gerçekten "Dev"


Evet yıllardır Athena sağolsun milli takımımızın her maçında haykıra haykıra söylüyoruz şu marşı ama hiç bu kadar anlamlı olmamıştı. Öncelikle kocaman bir Teşekkürler hepsine burdan :D
Aslında izlemek istemiyordum başta, çünkü hem çok geriliyorum izlerken hem de sanki ben izleyince uğursuzluk getiriyormuşum gibi. Normalde tam bir mantık insanıyım ve ruhani şeylerden hayli uzağım ama böyle garip bir düşünceye kapıldım işte.

Olay günü Astrea bizde kalmak üzere geldi, akşam öyle içeriz diye çıktık. Ama tabi içmek için Alsancak Kıbrıs Şehitleri'nde Muzaffer İzgü Sokağına oturursanız, maçı izlemekten başka çareniz kalmaz. Etrafımdaki onlarca TV'yi görünce tüm uğursuzluğumu unutup, hemen izlemeye başladım tabi.
İlk basketin ardından maçın sonlarına kadar öne geçemedik malumunuz, o yüzden biz de bunalımlardan bunalımlara koşarak, bir yandan arka masadaki angut adamın saçma konuşmalarını çekmek zorunda kalarak maçın son çeyreğine geldik.

Bu arada ben Tanjevic'le ruhsal iletişim kurabildiğimi fark ettim. Ne zaman masaya dönüp bilmiş bir Hıncal Uluç edasıyla "Tanjevic şimdi mola almalı" desem aldı, hatta en son "Sinan'ı çıkarmalı şimdi hacı" dediğimde çıkardı ki ben bile kendimden korktum.
Son çeyrekte aklımda olan şeyi sonunda masadakilerle paylaşarak "Ya ben ne zaman bakmasam sayı oluyor, izlemesem mi acaba" dedim, çünkü ne zaman masadaki patates yada fıstıklara gömülsem, ne zaman Astrea'yla bir şeyler konuşsam sokaktan alkışlar, tezahüratlar yükselmekteydi. Bunu duyan ablam da hemen "Harbi Kimbap sakın bakma ekrana" dedi.

Emin olun spor seven, hele böyle milli maçlar yada Fenerbahçe maçlarında heyecandan kendinden geçen biri için çok zordu. Yüzlerce insanın ve onlarca plazmanın olduğu bir sokakta maçı izleyememek. Resmen sinirden çıldırdım, kah yumruğumu sıktım kah kendimi fıstığa verdim (fıstık benim olacak...) Ama bakmamam meyvesini verdi hemen. Zaten maçın sonlarını anlatmama gerek yok. İşte o başarının mimarı benim^^

Zaten kendimize totemlerden totem beğendik. Birileri konfeti saçan bir şey patlattı (adı ne bilmem, konfetimatik? :)) masamıza bir tanesi düşünce hemen onu uğur belledik yada ablam maçın başında topu biz kaparsak maçı biz alıcaz demektir dedi, öyle de oldu. Sonuç olarak pozisyonları hem de en baba pozisyonları o an göremeyince sinirimi alkıştan çıkararak avuçlarımı patlattım. Herkes Tvye bakarken ben kulağımın dibinde bana an an maçı anlatan Astrea'yı dinleyip, bir yandan ablamın tepkilerini izleyerek maçın gidişatından haberdar oldum. Ablamın tepkileri komikti yalnız, eğlendim hehehe.

Sokağı da tribüne çevirdik. Hatta biri işi abartıp mikrofon yada hoparlör gibi bir şeyle ortamı coşturdu. Maçın bittiğini sonradan anlayıp ayağa kalkıp "Roarr Türkiyeeeeee Aslanlarım Kaplanlarım" şeklinde coşan bendenize de alkış. Yaşlı nineler gibiydim, millet sevindikçe bizimkilere soruyorum "Noldu noldu" diye, Astrea da garibim sayemde maç spikeri kıvamına geldi. "Şimdi 3lük attık, serbest atışı 1i girmedi, yapma Ömer yapma bunu. Hidayet'ten akıl dolu bir pas" vb. Tv'nin sesini gürültüden duyamıyorduk malum:)
Bir de arka masadaki denyo olmayaydı:))

Bu akşamki maç için bol şans diliyorum takımımıza. Artık ilk 2deyiz yani bu bizim için tarihi bir başarı ama gerçekçi olmayı bir yana bırakıp neden şampiyon olmayalım diyorum, o mutluluğu düşünemiyorum :D
Yarın umarım bir zafer yazısı yazabilirim :))))

7 Eylül 2010 Salı

Ben Bugün Bunu Gördüm!

Günün Sorusu: Az önce alışverişten geldim, fişte görünen kola (ki alışverişimin en nadide parçası) torbalardan çıkmadı! Sizce 1.49 lira için tekrar yol tepip kolanın akıbetini sormaya değer mi? Torbalardan biri delik ondan düşmüş olabilir mi? Eğer düştüyse ben fark edemeyecek, sesini duyamayacak kadar dangalak olabilir miyim? Bugün gitmeyip yarına ertelesem kolayı alma şansını kaçırmış olur muyum? Birileri cevaplarsa (tabi en kısa zamanda, cevap bana şimdi lazım) sevinirim.

*Şimdi bugüne dönelim. Yine boktan bir gün o anlaşıldı daha en başından. Sabah aynaya bakınca Darwin'in ne kadar haklı olduğunu bir kez daha anladım. Zira tek başıma maymunlardan evrildiğimizin kanıtı gibiyim. Sanki çok küçüklermiş gibi daha da büyüyen gözler ve burun! Ekstra hazırlığa ihtiyaç duymadan her türlü cadı rolünü kapabileceğim "ot"lukta saçlar. Offf Alien Returns!

* Bunun üzerine evde yiyecek hiç bir şeyin olmaması! Corn flakes var süt yok, ekmek var peynir yok vb. Ben de üşengeçlikten ancak 4e doğru dışarı çıktım bir şeyler almaya. Zaten reflüden şüpheleniyordum, bugün aç karnına abandığım kahve+sigaradan sonra kesin artık.

* Bu maymun halimle markete gidemezdim. Ben de kokoşlar gibi makyaj yaptım, akşam çıkarken bile giymediğim cafcaflı straplez bir body giydim. Sonra kendimi moron gibi hissettim.

* Bayramda iki kardeş kaldık. Ablacuum yanıma gelcek artık burda içerek falan bir bayram kutlaması yaparız:P Yani bayram delisi olmadım hiç ama garip hissettim, annem ve babam bir yakının vefatından dolayı şehir dışına çıktılar. İlk kez ayrıyız bir bayramda, hadi bakalım.

* Dün maaşımı aldığımda döktüğüm sevinç gözyaşları bugünkü alışverişin ardından kan ağlamaya dönüştü. Yaklaşan aidat, ödenmesi gereken faturalar da cabası.

* Böyle mutsuz günlerde yüzümde oluşan annesiyle amcasının kırıştırdığını yeni öğrenen Küçük Emrah ifadesine biri dur demeli. Valla geyik değil, oluyor böyle bişey. Yolda yürürken o kaşların istemsizce şekil değiştirdiğini fark ediyor deli gönül, ama heyhat dur diyemiyor. Yaralııııııııyam...

4 Eylül 2010 Cumartesi

Herkes Sevdiği Halde Nefret Edilen Şeyler-Volume 1


Düşündüm taşındım, kendimle yüzleştim, kah ormanda yürüyüşe çıkıp kah okyanusa dalıp (evet sırf bunun için yurtdışına çıktım) kendimle konuştum, 5n1k uyguladım, "ben kimim" dedim, "sevgi neydi" dedim, "babam böyle pasta yapmayı nerden öğrendi" diye kritik sorular sordum kendime. Bir aynaya bakmak gibiydi, korkmuştum, bir ürperti duyumsadım.

Muhahah korktunuz değil mi, ben de bu kadar dayanabildim zaten. Neyse ya bunların hiç birini yapmadım, kendimi tanıyorum. Bir şeylere gıcık olmak için yaratılmışım. Hele bazı günler öyle bir nefretle doluyorum ki herkese ve herşeye kusuyorum. Merak etmeyin benimki zararsız. Genelde şöyle gelişir. Kahvaltı esnasında"Bu peynir bozuk, bu markayı hiç sevmiyorum", Tv izlerken "Gerizekalı kaltaklar, kolay yoldan ünlü olun yetenek sıfır, bunların kafalarını alıp duvarlara sürteceksin", dışarı çıkıldığında "Şu kızın giyimine bak, oha yani abartsaymış. Bir de sevgililerin yanına kuyruk olmuş." Bu vb. ifadeleri bazen fark etmeden öyle abartıyorum ki, beni iyi tanıyan bir arkadaşım varsa yanımda yine nefret saçıyorsun der geçer, ama tanımayana tam bir ızdırap, kabul ediyorum^^

Neyse ya, benim amacım böyle uzatmadan maddelemekti mevzuyu, biraz sözlük tadında bir yazı olacak gibi. Burda yazacaklarım genelde herkesçe sevilen ama benim hiç hazzetmediğim şeylerdir. Eminim unuttuğum tonlarca şey olacak çünkü liste kabarık.

Lady Gaga

Lady Gaga mısın paçalı mısın her neysen, nefret ediyorum lan senden. True Blood'ı izleme sebebim Eric'i yediğin klibe bile katlandım lan. Çirkinsin bir kere kabul et. Ses desen bence hiç bir özelliği yok, gayet düz hatta fazla düz. Olay tamamen ilgi çekici imaj+müzikal altyapıya kalıyor. Şarkılarının dumtısçaktıs her mekanda (rock barda bile çalıyo lan, beri blues'u da bozdunuz yazıklar olsun!) çalmasının sebebi gaza getirici etkisi. Bu ise senin "şahane" sesin "müthiş" kabiliyetinden ziyade tamamen şarkının altyapısında barnağı olan aranjör mü artık ne diyorsanız onlara kalıyor. Ya eminim seveni çok, belki herkes "Ne diyon sen yavaşşş" diyecek yada "Duygularıma tercüman oldun bebeğim, mucx" dersiniz bilemem ama ben hiç hoşlaşmıyorum kendisinden.

Eternal Sunshine of The Spotless Mind



Ya arkadaş ne umutlarla izledim ben bu filmi zamanında, orijinalini bile aldım (allahtan abartıp Dvd almamış, Vcd'yle yetinmişim). Bak bu maddeye itiraz bekliyorum açıkçası, herkes bayılıyor zira. Tamam iyiydi hoştu da öyle über, süpersonik, yüzyılın filmi hali de yoktu. Zamanında facebook hedemi kapatmamın sebebi herkesin bu filmin fanı olmasıydı. Arkadaş ortamlarında lafı açılınca gözlerinden kalpler çıkaran bir güruh ve "Ne güzel filmdi baba" diyerek kederlenmeler. Yok efendim Jim Carrey ilk kez böyle bir rolde oynamış da, görüntüleriymiş, kurgusuymuş da falanfeşmekan. 2 karlı okyanuslu görüntü koy, oh senden büyüğü yok artık! Bir de baş karaktere hafif dengesiz ama sevimli, cool bir hava kat. Hemen oyuncu da film de yerlere göklere sığdırılamasın. Biliyorum şu anda tam bir sanat düşmanı odun gibi geliyorum size, ama sevmedim beyler yapacak bir şey yok.
Mantar


O kaygan, sert mi yumuşak mı belirsiz şey, bir böcek yiyormuş hissi, bir tedirginlik. Tat desen tat yok, koku desen o da yok. Bizim de aksi gibi tüm aile bayılır, bundan yemek yapıldıysa ama doğduklarına pişman ediyorum ben onlarııııı, dur seeeen! Alıp o tencereyi camdan atıyorum, sonra hepsini diziyorum karşıma yer misin yemez misin! Tamam bunları yap(a)masam da bir cıngar çıkarmadan bırakmıyorum. Pizzayı herkes bitirdiğinde ben yeni başlıyorum, bu deyyusları ayıklıyorum.

The Big Bang Theory



Geçenlerde diğer blogda Ninsan'la yaptık bunun muhabbetini ama baştan söliim zamanında ilk 2 bölümünü falan izlemiştim, o yüzden bu çok hödükçe ve önyargılı bir madde olabilir. Ama sevmedim napim? Karakterler çok itici, o geek tipler, hepsi iticilikte sınır tanımıyor. Güya güzel olan sarışın kıza diyecek söz bulamıyorum. Bir de hep aynı durum, basit durumları, olayları bilimselliğe döken, sosyallikten yoksun bir grup inek. Eee tamam nereye kadar gülcez. Üstelik şahane espriler de değil. Atıyorum şöyle bişey: "Sence bu kız neden benden kaçtı?" "Hmmmm belki vücut ısısında heyecanlı anlarda artışa geçme durumunun bilmemne zamazingosunun zortlaması" Gülüşmeler...

İşte bende hiç bir zaman o gülüşmeler olmadı (hiç bir zaman dediği 2 bölüm^^) Bir de herşey abartılmıyor mu, 2 gönderme yap senden iyisi yok. Ne var bunda, Star Wars'a mı yapmak istiyorsun, at uygun bir yere "I'm your father" repliği, senden zekisi yok.Üzgünüm otur sıfır:)

You're Beautiful & Boys Over Flowers



Şu şekerler de olmasa çekilmezdi^^

Şimdi öncelikle şunu söliim, bu blogu uzak doğudan "uzak" tutsam da hayatımın önemli bir bölümünü ele geçirmiş bir şeyi tamamen es geçemem. Bu yüzden nacizane şu 2 kdramayı iliştiriverdim.

Öncelikle bu tam bir nefret değil, zaten Kore'ye ait bir şeyden hiç bir zaman o kadar nefret edemem^^ İzlerken sıkılmadım falan da hep aklımdan "Offf çok klişe" gibi şeyler geçti. Go Mi Nam ve Jan Di'ye olan nefretimi ise fırsat bulduğum her yerde belirttim sanırım. Yani esas hatunlar bu kadar yıvvvrannnç olmayaydı, belki daha güzel bir şekilde anardım bu 2 diziyi.


Yine de You're Beautiful'daki acayip komik sahneleri (misal domuz kovalama) es geçemem bu yüzden bir tık önde, BOF'nin yanında. BOF yerine ise her zaman japon versiyonu Hana Yori Dango'yu tercih ederim zaten, eh o zaman sorun çözüldü, hadi diğer maddeye geçelim.
Titanic

Hiç etkilenmedim, beğenmedim. İzlediğim anda unuttum. Leo'yu tıfıl olarak bir aşk filminde izlemek istersem zibilyon kez izlediğim ama vazgeçemediğim Romeo&Juliet var, onu izlerim. Herhalde az sayıda kişiden biriyim ama yok arkadaş, Kate Winslet'ın o dombili yüzü, Leo'nun bızdık halleri, güvertede sarılma klişesi falan hiç gelemem.

Angelina Jolie



Valla billa kıskançlık değil, beğendiğim pek çok hatun var, hatta sayısız ama bu kadını beğenemedim. Mavi iri göz, dolgun dudak, siyah saç üçlemesi herkesin dibini düşürmek zorunda değil. Bir kere suratı çok ebleh ve bir "fazlalık" var (öyle düşündüğün fazlalık değil, bir dinle)

Yani aşırılık var, dudaklar fazla kalın, gözler çok iri. Vücudu da aksine fazla ince, o vücuda o koca kafa, abartılı yüz. Bakmak yoruyor. (Oha be abarttım gibi, kadını ucube yaptım çıkardım) Neyse bu kadının daha güzeli var halis muhlis Türk malı, Sultan dururken bakmam yüzüne. Üzülme Angie seni seven çok nasılsa^^



Marlboro/Parliament




Özellikle Parliament'ten hiç hoşlanmam, Marlboro belki. Pahalı herşey o kadar da güzel olmuyormuş demekki. Ben başladım başlayalı kullandığım Winston Box'ımla mutluyum.

Msn

Bizim zamanımızda, çook eskilerde Icq vardı, pek popülerdi çocuğum. Öyle facebook gibi bilgileri yazıp bulurdun milleti. Bu yüzden tanımadıklarınla da konuşabilirdin. Birine ulaşmanın en kolay yolu destansı (Örn:256818840284) Icq numarasını almaktı. Mesaj gelince "Aao" diye bir ses çıkardı, pek şirin. İşte ben o günlerde kaldım, Kalbim Icq'da Kaldı yeni bestem^^ Msn'e alışmak da değil sorun. Bir çevrimiçi oluyorum, kimse yazmıyor, sonra "meşgul"e geçiyorum, dizi izlemeye başlıyorum milletin yazacağı tutuyor. Böyle pek çok kıllığı var, sevmiyorum lan daha da asosyal olcam.


Telefonda konuşmak


Her zaman olmaz bu, bazı günler. Bazen cidden zulüm gelir, ama zaten karşımdakini angut yerine koymam o zaman açmaz sonra kendim ararım (aman ne saygılıyım dimi) Aslında bazı kişilerle belli kişilerle konuşmak işkencedir. Mesela bir arkadaşımla telefonda geyiğe bir dalarız dakikalar boyunca sadece gülme sesleri duyulur. Bazılarında ise daha doğrusu samimi olunmayan kişilerde sessizlikler olur, ne diyeceğini bilemezsin en son kapatalım o zaman dersin, böyle götoş durumlar. En güzeli tam gülüşürken "Hadi bakalım öptüm görüşürüz" tarzında bitirmek, böyle cool bir hava katmaktır olaya.
Neyse ki konuşmaktan hoşlanmadıklarım artık hayatımda artık yok, yada ben görüşmüyorum. Böylece telefonum çalınca buhranlar geçirmeme gerek kalmıyor.
*Baktım ki bu liste bitecek gibi değil, dedim artık burda keseyim. Bu arada TopTen listesi değildir, yani sıralama yoktur. Bu yazının devamı gelebileceğinden Volume 1 diyorum.

Herkes Nefret Ettiği Halde Sevilen Şeyler, çok yakında...